14 Nisan 2010 Çarşamba

otobüs sohbetleri

binlerce evin insanlarını taşıyan
toplu taşıma araçları
“belediye otobüsleri”…
neden binlerce evin insanları?
üzgünü, yorgunu, hayat bu mu diyeni,
öğrencisi, ev hanımı, çalışanı,
Veeeeee en önemlisi
“yaşlı insanları”.
günü ya kahvede, ya bir arkadaşının yanında, ya da
bir dernekte tamamlayarak belediye otobüslerine
aldıkları yıllık kartla
saat 19’dan sonra binerler.
tabii bu insanların çoğu erkektir.
zira hayat arkadaşları olan eşler ise ya evde,
ya günde, ya da torun bakmaktadır.
belki de eşleri vefat etmiştir, yalnızdırlar.
otobüsteyim.
arka sıradaki koltukta oturan iki yaşlı bey sohbet etmekte…
doğrusu kulak misafiri olmaktan kendimi alamadım.
konu ise ilginç.
iki yaşlı bey bir gazetenin bulmacasını çözmeye çalışmakta.
aranan kelime “değerli taşlar, mücevherler, değerli olan herşey”
anlamına gelen kelime “Zeynep”
heyacanı görmeliydiniz.
yol boyu “zeynep”, hayır, hayır “ziynet” diye konuşuyorlar.
bak!!! bak!!! cevap anahtarında da “Zeynep” yazıyor.
ve ilave ediyor lütfen eve gidince
sözlüğe bak…
bir an düşünmeye başladım.
yaşlanınca ben de bu kadar heyecanlı olacak mıydım?
ya da bir bulmaca, bana da bu heyecanı verecek miydi?
yine yaşama heyecanını kaybetmemek için neler yapmalıydık?
keşke bu soruların cevapları eve gidip sözlüğe bakılınca öğrenilse…
ne güzel olurdu değil mi?

10 Nisan 2010 Cumartesi

3 Nisan 2010 Cumartesi

2 Nisan 2010 Cuma

Ankara'nın deniz gözlü insanları

Mart ayının son günü.
Pırıl pırıl güneş.
Hiç böyle güzel bir günde evde durulur mu?
Biz de soluğu Beypazarı’nda aldık.
Yine o güzelim Beypazarı sokaklarında,
deniz gözlü insanları, kocaman sıcak gülücükleri ile
gelen misafirlerine kırk katlı baklavalarını, havuç tatlılarını,
havuç sularını ikram ederek karşılıyorlardı.
Bu sıcaklık, güneşin nefis parlaklığı ile birlikte bize günü
güzel geçireceğimizin bir müjdecisi idi.
Amaaaan biz de ne keyif, ne keyif...
Gülücükler bizim de yüzümüzde oluşmaya başlamıştı.
Yine tertemiz bir ilçe.
Zevkle dolaşmaya başladık.
En sevdiğim tarafı ise gümüş dükkanlarından
ziyade, yerli halkının kendi el emeği ile yaptığı
o basit tezgahlarda bize sunduğu ürünler.
Neler yok ki …
Küçük ama, sizi mutlu edecek her türlü boncuklardan
yapılmış takıları, cam üstüne ebru sanatı ile
tasarlanmış kolyeleri, küpeleri, bilezikleri, iğne oyaları vb.,
taze taze toplanmış baharın müjdecisi yemlikleri,
çiğdemleri görmek…
Nerdeyse, hani çocuklukta, evden dışarı çıkınca
sokağa çıkmanın heyecanı ile hoplayıp zıplarız ya
içimde uyanan aynı duygu…
Neyse zaten bana yaz dediler mi, uzatır da uzatırım?
Asıl yazmam gereken yine sona kaldı.
Oysa ben cam üstüne ebru sanatı ile kolye küpe,
bilezik yapan -Yasemin Tiryaki Hanımı- yazacaktım.
Sevgili -Yasemin Hanım- ile sohbet ederken;
en çok takılarının kopyalandığından yakındı.
Haklıydı.
Asıl sorun buydu.
Oysa emek verilerek oluşturulmuş, ilgi cekici,
farklı uygulamaları yansıtan, muadillerinden ayırt
edici özelliği bulunan tasarımları kopyalamaktan
ziyade esinlenmek için kullanılması gerekmiyor muydu.
Ama maaaaaaaalesef ve halaaaaaaaaa
hep bunu yapıyoruz...
Ne dersiniz emeğe saygı gösterelim mi,
aslında olaması gereken de bu değil mi?

Yasemin Hnm. email. yasemin.tiryaki@hotmail.com